Karşılaşma
Üsküdar’ın eski sokaklarından biri; taş döşeli, iki yanını sarkan mor salkımlarla kaplamış bir yol. Yaz akşamı sessizce çökmüşken, Nil adımlarını ağırlaştırarak yürüyordu. Sıcak hava henüz tam çekilmemişti ama denizden gelen rüzgâr, onun düşüncelerine küçük bir pencere açıyordu. Akşam mesaisi bitmişti. Çantasında proje notları, zihninde cevapsız kalan birkaç soru.
Çalıştığı yazılım firması, tarihî bir hanın restore edilmiş bir katındaydı. Ofisin içinde zamana aykırı bir sessizlik hâkimdi. Klavye sesleri tek tük, kahkaha nadiren… Ama asıl sessizlik arka masadaki adamdan gelirdi.
Tamer.
Uzun boylu, ince yapılı bir adam. Gözlükleriyle monitöre bakarken yüzüne yerleşen ifade sanki sabitlenmişti: ne merak ne şaşkınlık… sadece yoğunlaşma. Masasında düzen milimetrikti. Kalemler renklerine göre sıralanmış, kahve kupasının kulpu her zaman saatin tam tersi yönüne bakar şekilde konmuştu. Sanki dünyayı karışıklığa karşı küçük ritüellerle savunuyordu.
Nil onu ilk kez fark ettiğinde, Tamer bir kodu inceliyordu—bir döngü. Ama ekranda hiçbir şey hareket etmiyordu. Sadece duruyordu. Tamer’in gözleri, sanki o kodun içine girmiş gibiydi. Nil o an düşündü: “Acaba ne arıyor?”
Günler geçti. Tamer’in sessizliği artık bir soru olmaktan çıkıp bir ritme dönüşmüştü. Aynı saatte geliş, aynı koltuğa oturuş… Yemek aralarında şirket bahçesindeki kuru yaprakları toplaması… İnsanlarla konuşmuyordu ama sanki kendi cümlelerini dünyaya başka yollarla bırakıyordu.
Bir sabah, sistemde bir hata oluştu. Nil, dosyada döngüyü bulamadı. Tamer’in masasının yanına geldi. Tereddütlü bir sesle: “Merhaba… Sanırım kodda bir döngü var ama sonu yok gibi.”
Tamer başını kaldırmadan konuştu: “Döngü orada. Yalnızca biri cümleyi yarıda kesmiş.”
O an, Nil’in içinden bir şey geçti. Bu cevabın içinde hem teknik hem duygusal bir yankı vardı. Sanki Tamer sadece kodu değil, başka şeyleri de tamamlamaya çalışıyordu—anlamı, duyguyu, ritmi…
Nil bir an sustu, sonra usulca gülümsedi. “O zaman birlikte tamamlayalım,” dedi.
Ritmin İçinden
Tamer için dünya bir düzenler bütünüydü. İnsanlar kaotikti. Konuşmalar karmaşık, mimikler belirsiz… Ama kodlar? Onlar sadıktı. Değişkenleri belliydi, sonuçları tahmin edilebilirdi. Bu yüzden, ilişkiler ona hep fazla belirsiz görünmüştü.
Nil’in varlığı, başlangıçta bir ses gibiydi. İş yerinde duyulan onlarca sesten biri. Ama sonra fark etti: Nil sessizliği bozmuyordu, ona eşlik ediyordu. Onun yanından geçtiğinde, parfümü bile düzenli bir ritme sahipti—hafif, kısa, sonra yok. Tamer bunu fark ederken hiç gülümsemedi. Ama parfümün notasını araştırdı, gece boyu Google’da gezindi. Sessizce anlamaya çalıştı.
Bir akşam, ofisten herkes gittikten sonra Tamer masasında kaldı. Ekranda sadece boş bir dosya vardı. Ellerini klavyeye koydu ama yazmadı. Sadece düşündü: Nil’in sesi… konuşurken kelimeleri seçme biçimi… Belki de bu, bir algoritmaydı. Belki de bu sesi anlayabileceği bir kod dili yazabilirdi.
Sonraki gün, Nil’in doğum günüydü. Hiç kimse ondan hediye beklemiyordu. Ama Tamer, bir USB bellek verdi. İçinde sadece bir metin dosyası vardı. Dosyanın adı:döngü_nil.txt
Metni açan Nil, şu satırla karşılaştı: If (nil.gülümsedi == true) { world.hata_vermez();}
Nil bunu gördüğünde hem güldü hem yutkundu. Satır sadeydi. Ama içinde bir evren vardı. O an anladı: Tamer konuşmuyordu çünkü kelimeleri kendine özgü bir düzende kuruyordu.
Sessizlikte Çatlak
Sonbahar gelmişti. Ofisin penceresinden dışarı bakıldığında, sararmış yapraklar çamaşır iplerine tutunmuş gibi titreşiyordu. Nil’in içinde ise bir başka titreşim vardı: merakla karışık bir kırgınlık.
O sabah, herkes toplantı salonuna çağrılmıştı. Yeni projeler, yeni ekipler… Nil heyecanla Tamer’in de bu ekibe alınmasını bekliyordu. Hem yetenekliydi hem de teknik sorunları sezgisel biçimde çözebiliyordu. Fakat toplantıda onun adı geçmedi.
Nil, çıkışta yöneticilere sordu: “Tamer neden yok listede?” Cevap nett: “O pek uyumlu değil. Proje bazlı sosyal etkileşim gerekiyor.”
Nil bunu duyduğunda sessiz kaldı ama içinde bir yankı oluştu. Akşam, Tamer’le konuşmak istedi. Onu bahçede yaprakları toplarken buldu. Adımlarını duyunca bile dönmedi.
Nil yavaşça yaklaştı: “Tamer… Bugün seni projeye almadılar. Söylediklerine göre…”
“Uyumlu değilim,” diye sözünü kesti Tamer. Sesinde bir ton yoktu, sadece sabit bir veri gibi konuştu.
Nil sustu.
Sonra devam etti: “Ben… seni savunmak istedim. Ama bilmiyorum, belki de sen konuşmak istemiyorsun.”
Tamer bir an durdu. Elindeki yaprağa baktı, sonra cebinden küçük bir not defteri çıkardı. Sayfayı çevirdi. Sayfada yazan tek cümle: İfade edilemeyen şeyler, eksik değil; yalnızca sessiz.
Nil gözlerine dolan yaşla gülümsedi ama sustu. Sessizlik, bu kez bir kırgınlık değil; bir köprüydü. Belki de bazen duygular, kelimelerden değil, sessiz cümlelerden geçiyordu.
Sessiz Ritüeller
Nil ve Tamer’in sessiz yakınlığı ilerledi ve Nil’in teklifiyle, Kadıköy’ün eski sokaklarından birinde, taş cephesi gri çatlaklarla süslenmiş iki katlı bir binada yaşamaya başladılar. Giriş kapısının yanında, Nil’in diktiği yaseminler sardunyaların arasından sessizce yükseliyordu. Bahçenin taş zemini yıllar önce döşenmişti, bazı taşlar çatlamış ama yerinden oynamamıştı. Tıpkı onların ilişkisi gibi—kusurlu ama sabit.
Evin içi dışarıya benzemezdi. Sessizdi, karmaşadan uzaktı. Tamer’in takıntılı düzeni her şeyde kendini gösterirdi. Kahve fincanları renklerine göre diziliydi. Raflardaki kitaplar yazar soyadına göre sıralanmıştı. Ancak duvarlarda Nil’in izleri vardı: eski halılar, çerçeve içinde kurutulmuş yapraklar, bir zamanlar yazdığı ama yarım bıraktığı hikâyelerin ilk paragrafları…
Sabah ritüelleri küçük ama sabit adımlarla ilerlerdi. Tamer, Nil’in alarmından birkaç saniye önce uyanırdı. Banyoya gidişi, kahve makinesini çalıştırma süresi, fincanı seçmesi… hepsi dakikti. Kahveyi tam 65 derece sıcaklığa ayarlamıştı. Bunu ölçmek için bir küçük termometresi bile vardı. Nil bunu fark ettiğinde gülümsemişti. “Seninle yaşamak, ölçülmüş bir melodi gibi,” demişti. Tamer bu cümleyi günlerce düşünmüştü.
Konuşmalar azdı. Bazen yalnızca sabah “Günaydın,” sözcüğü fısıldanırdı. Ama Nil, Tamer’in duygularını mimiklerle değil hareketlerle anlattığını biliyordu. Onun sevgisi, eksik çorapları düzgünce katlayıp yatağın ucuna bırakmasındaydı. Kırıldığında, mutfağın masasına sessizce bir defter bırakmasındaydı. Ve en çok, Nil sustuğunda ona eşlik etmesindeydi.
Bir akşam, Nil dışarıdan gergin döndü. İşyerindeki çatışmalar, arkadaşlarının “sessiz bir adamla nasıl evlisin?” soruları zihnini dolduruyordu. İçeri girdiğinde Tamer her zamanki gibi koltukta kitap okuyordu. Ona bakmadı. Ama Nil koltuğun yanında bir şey fark etti: küçük bir kağıt, defterden yırtılmış.
Kağıtta yalnızca bir cümle vardı:
“Dünyanı gürültüyle korumak istiyorsan, sessizliğime dokunma. Ben yanında duruyorum.”
Nil uzun süre sessiz kaldı. Sonra yanı başına oturdu. Tamer ona dönüp hiçbir şey söylemedi, ama Nil onun gözlüğünün ardından görünen gözlerinde başka bir şey gördü: bekleyen, anlayan bir varlık. Her şeyi sözcüklere dökmeye çalışmayan ama her şeyi hisseden bir adam.
O gece konuşmadılar. Ama ilk kez, aynı sessizlikte buluştular. Sessizlik artık aralarındaki mesafe değil; birlikte yürüdükleri bir yoldu.
Tamer’in İç Sesi – Sessizliğin Formülü
Nil, gülümsediğinde yanak kasları hafifçe yükseliyor. Ortalama 0.7 saniye sürüyor. Bu, güven duygusu ile ilişkili olabilir. Ses tonu gün sonunda yorgun olduğunda biraz daha kalınlaşır. Bu, sinirli değil. Sadece yorulmuş.
Her gününü kayıt tutar gibi yaşıyordum. Ama deftere değil—zihnime. Nil’in hareketleri, sesi, suskunlukları… Her biri bir veri noktası. Başta sadece gözlemledim. Ama sonra fark ettim: Bu veriler, bir duyguyu anlatıyor. Kelimeler olmadan da insan sevilebilir.
Ben duyguları tanımlayamam. Kelimeler bende anlamını kaybeder bazen. Ama ritüellerim var. Onun kahvesini tam sıcaklıkta hazırlamak, gazeteyi eğilmeden yerleştirmek, ışıkları onun göz konforuna göre ayarlamak… Bunlar benim “seni seviyorum” deme biçimim.
Konuşmuyoruz. En azından onun gibi değil. Ama sessizlik bana alan verir. Bir gün şöyle düşündüm: Eğer kelimelerle ifade edemiyorsam, düzenlemeliyim. Onun duygularına yer açacak kadar sade olmalıyım.
Bu sabah, kahvesini verirken gözüm saate takıldı. 07:43. Tam zamanında. O gülümsedi. İşte o an—benim içimde bir şey oldu. Ama adını bilmiyorum. Bir duygu mu? Belki. Sistem kodu gibi: if (Nil.gülümsedi == true) { ben.huzurluyum(); }
Dışarıdakiler bizim ilişkimize bakıp “tuhaf” diyebilir. Ama onların sesleri bulanık. Bizim sessizliğimiz net. O susunca ben duyarım. Ben hareket ettiğimde, o hisseder.
Nil’in yanında olmak için kelimelere ihtiyacım yok. Sadece onun sabit ritmine eşlik etmem yeter. Ve onun gülümsemesinin döngüsü kırılmazsa… sistemimiz hata vermez.
Yanlış Kodlanmış Bir An
Cumartesi sabahı. Nil, annesini ziyarete gitmişti. Tamer için hafta sonu şehir dışındaki teknoloji seminerine katılmak demekti: kalabalık salonlar, tanımadığı yüzler, sosyal senaryolar. Nil giderken çantasına bir not bırakmıştı:
“Kalabalık seni yormasın. Sessizliğini yanında taşı.”
Seminerin öğle arasındaydı. Tamer, otelin lobisinde kahvesini içerken genç bir kadın yanına oturdu. Seminerin konuşmacılarından biriydi. Gülümseyerek “Kodunuz çok etkileyici. Biraz sohbet edelim mi?” dedi.
Tamer gülümsedi. Göz kontağı kurmadı ama yanıt verdi: “Etkileşim makul seviyede. Konu sabitse konuşulabilir.”
Kadın bu cevabı ilginç buldu, bunu “çekingen ama ilgi gösteren” biri gibi yorumladı. Sohbet ilerledikçe, kadın Tamer’in yakınlığına dair sinyaller almaya başladığını sandı. Tamer ona yazdığı bir algoritmayı gösterdi. İçinde şu satır vardı: If (sohbet.devam == true && kişi.gülümsedi == true) { ilgiyi_kodla(); }
Kadın bunu romantik bir gönderme olarak algıladı. Tamer için bu yalnızca bir gözlemdi—duygunun değil, verinin karşılığıydı.
Akşam, Nil eve döndüğünde sessizdi. Telefonunda bir mesaj vardı—seminerdeki kadından: “Bugün eşinizle tanıştım. Çok tatlı, biraz tuhaf ama belli ki bana yakınlık duydu.”
Nil bunu okuduğunda dondu. Kafasında tek bir cümle yankılandı: “Tamer, dış dünyada ölçüyü kaçırdı.”
O akşam konuşmadılar. Nil sadece defterini açtı, bir cümle yazdı:
“İçeride kurulan ritmi, dışarının sesi bozdu.”
Tamer bunu sabah gördüğünde anlayamadı. “Bozdu” kelimesi, onun zihninde hata kodlarıyla eşleşti. Nil ona baktığında gözlerinde kırılgan ama anlayışlı bir ifade vardı.
“Sen o kadına yaklaşmadın. Ama onun senin sessizliğine anlam yüklemesine izin verdin.”
Tamer uzun süre düşündü. Sonra kendi defterine bir cümle yazdı:
“Verilerim doğruydu. Ama senaryoyu düşünmedim. Seni ihmal etmedim; ama seni koruyamadım.”
Mesafenin Yeni Tanımı
Nil o gece yatağın kenarına oturmuş, karşısındaki saat tik taklarıyla düşüncelerini bölüyordu. Tamer içerideydi, sessizdi, ama bu kez sessizlik tanıdık değil, temkinliydi. Nil defterini açtı, yazmadı. Yalnızca baktı. Sanki satırlar da çekingenleşmişti.
O kadın… Tanımadığı biri. Sözleri kısa, ama içeriği büyük. “Eşiniz bana yakınlık duydu.” Nil, bu cümlenin ne kadarını doğrulamak isterdi? Ne kadarını anlamak? Tamer ona yaklaşmamıştı belki. Ama mesafeyi de koruyamamıştı. Ve işte orada başladı Nil’in çabası: affetmek değil, mesafeyi yeniden tanımlamak.
Ertesi gün mutfakta otururken kahvesini içmedi. Tamer onun sevdiği ısıda kahveyi hazırlamıştı, fincan kulpu tam saat 8:00 yönündeydi. Ama Nil dokunmadı. Sessizliğe değil, ölçüsüzlüğe kırgındı. Kahve bile bu sefer bir cevap olamıyordu.
“Tamer,” dedi sonunda. “Bir sınır vardı. Sen geçmek istemedin belki. Ama bir başkası geçtiğini sandı. Bunu senin sessizliğin sağladı.”
Tamer sustu. Sonra defterini getirdi. Sayfa açıktı. Yazdığı satır:
“Mesafe = anlayış bölü empati. Kodda eksik olan empatiydi.”
Nil gözlerini kıstı, bir an durdu. Sonra yavaşça konuştu:
“Empatiyi yazamazsın. Ya hissedersin, ya kaybedersin.”
O an sessizlik yeniden tanımlandı. Artık sıradan bir huzur değil, sınırların farkındalığıydı. Nil o gün affetmedi. Ama karar verdi: Tamer’in yanında kalacaksa, onun dünyasını baştan anlamlandırmalıydı. Sadece onun düzenini kabul etmek değil—o düzenin içindeki boşlukları da okuyabilmeliydi.
Akşam defterine bir cümle yazdı:
“Yakınlık artık temas değil; yanlış anlaşılma olmasın diye biraz daha uzakta durmak.”
Tamer o cümleyi okuduğunda anlamak için saatler harcadı. Sonunda şöyle yazdı:
“Uzakta durmak için değil, daha doğru yerde bulunmak için ayarlıyorum. Kendimi senin anlayacağın biçimde yeniden kodlamaya çalışıyorum.”
İyileşmenin İlk Cümlesi
Nil balkonda oturuyordu. Elinde ince bir kumaş vardı—dokuması eski, ama hala sağlam. Anneannesinden kalma. Parmakları arasında döndürürken, bir düşünce belirdi: “Her bağ zamanla aşınır ama bazıları düğümlenerek güçlenir.”
Tamer yanına geldi. Elinde bir kitap vardı. İsmi görünmüyordu. Sessizce uzattı. Nil aldı, kapağını açtı. İçinde yazılı tek cümle vardı:
“Bazı kelimeler yaraları kapatmaz, ama birlikte taşımayı öğretir.”
Nil gözlerini kaçırmadan ona döndü. Bu kez konuşmadı. Elindeki kumaşı Tamer’in avucuna koydu. “Bu benden önceydi,” dedi. “Ama şimdiye kadar geldi. Benim gibi.”
Tamer kumaşa baktı, sonra ona. Bu hareket bir özür değil, bir teklifti: birlikte onarma teklifi.
O akşam uzun süre konuşmadılar, ama her sessizlik bir ritme dönüşmüştü. Nil çay demledi. Bu sefer kulpu saat 9 yönündeydi. Tamer fark etti. Gülümsedi.
“Yeni bir yön… ama hâlâ çay.”
Nil başını salladı. “Artık her şeyi değiştirmek istemiyorum. Sadece biraz daha fark edilmek istiyorum.”
Dışarıda Fark Etmek
Sabah erken… Nil kapıyı açtı. Tamer şaşırdı. “Yürüyelim mi?” dedi Nil, alışık olmadığı bir tonla. Neşeli değil, ama kararlı.
Sahil yolunda yürümeye başladılar. İnsanlar spor yapıyordu. Birkaç çocuk bisiklet sürüyordu. Nil durdu, bir çocuğu izledi. Sonra Tamer’e döndü: “Hatırlıyor musun? Üniversite yıllarında denize doğru koşmuştun, sonra geri dönmüştün. Hiç suya girmedin.”
Tamer güldü, biraz mahcup. “Hep sınırdaydım,” dedi. “Ama hiçbir zaman geçmedim.” Bu kez sesi savunmacı değil, fark etmiş gibiydi.
Nil bir banka oturdu. Tamer yanına değil, biraz uzağa oturdu. Bu kez mesafe rahatsızlık değil, dikkatli bir tercihti. Nil bunu fark etti.
“Artık mesafe tanımlamakla değil, birlikte yön aramakla ilgileniyorum,” dedi sessizce.
Tamer ayağa kalktı. Yakındaki bir kadının fotoğraf çekmeye çalıştığını gördü ama açısı kötüydü. Gitti, yardım etti. Kadın teşekkür etti, sonra gitti. Nil izliyordu. Bu küçük davranış bir şey değiştirmişti.
Tamer döndü, yanına geldi. İlk kez günlerdir ona gerçekten baktı. Sonra şöyle dedi:
“Seni anlamak için büyük şeyler yapmaya çalışıyordum. Ama sanırım küçük şeylerdeki farkı görmem gerekiyordu.”
Nil onun eline hafifçe dokundu. “Gördün mü?” dedi. “Benim dilim biraz da böyle işliyor.”
O gün birlikte yürümeye devam ettiler. Adımlar eşit değildi, ritim zamanla oluştu. Sahilin sonunda Nil bir taş aldı ve suya attı. Tamer de aynısını yaptı. Ama aynı noktaya değil—biraz daha uzağa.
Nil gülümsedi. “Senin uzaklığın artık kaçmak değil. Belki yeniden bağ kurmak için mesafe yaratmak.”
Masadaki Sesler
Nil mutfağa erken girdi. Masayı sade ama özenli hazırladı. Beyaz keten örtü, iki küçük mum, zeytinyağlı enginar. O akşam karmaşık bir konuşma değil, sessiz bir samimiyet hedefliyordu. Ama bu tür anlar, her zaman beklendiği gibi gitmezdi.
Tamer geldiğinde gömleği ütülüydü, ama bakışları hâlâ içinde bir hesaplaşma taşıyordu. Masaya oturdu, önce sessiz kaldı.
“Masayı sevdim,” dedi sonra. “Düzenli. Senin gibi.”
Nil gülümsedi ama gerginlikle. “Düzen bazen karmaşayı örter,” dedi. “Bu masa da biraz onu yapıyor.”
Yemek boyunca konuşmalar kısa sürdü. Nil, tabağına dikkatlice bakarken, bir anda sordu:
“O kadına dönüp ‘eşim var’ dedin mi hiç?”
Tamer yutkundu. Çatalını bıraktı. “Dedim. Ama geç kaldım sanırım.”
Sessizlik. Mum alevi hafifçe titredi. Nil’in eli titremedi.
“Beni değil, yerimi unuttun. Bu da kırıyor.”
Tamer başını eğdi. “Yerinin ne kadar derin olduğunu yeni fark ediyorum.”
O an, dışarıdan bir araba sesi geçti. Sanki sahneyi böldü. Nil derin bir nefes aldı.
“Bu akşam bağırmak istemiyorum. Ama anlamak da yetmiyor artık. Hissetmeni istiyorum.”
Tamer, bir anda ayağa kalktı. Mutfağa gitti, küçük bir kasede nar getirdi. Nil şaşırdı.
“Sen sevmezsin,” dedi.
“Senin sevdiğin şeyi hatırlamak bazen özürden daha çok şey anlatır,” dedi Tamer.
Nil narı aldı. Bir tanesini ağzına attı. Ekşilik boğazında kaldı ama yutkundu. Sonra sessizce:
“Sanırım bazı yaraları tatla değil, doğru bakışla hafifletmek gerekiyor.”
Akşam bittiğinde mumlar sönmemişti. Ama konuşmalar da bitmemişti. Bu masa, hem hesaplaşmanın hem yeniden yaklaşmanın zemini olmuştu.
Sessizliğe Bir Tanım Aramak
Tamer telefonunu elinde tuttu. Ekrandaki numarayı ikinci kez çevirdi. Psikiyatristin sesi nazikti: “Randevu almak ister misiniz?” Tamer durdu. “Bana biri… yakınım… Asperger olabileceğimi söyledi. Sanki bazen duyguları sadece teorik olarak anlayabiliyorum.”
Randevu alındı. O gün, küçük bir bekleme odasında oturdu. Derin sessizlik. Duvardaki soyut tabloya baktı. İçinden geçirdi: “Sanırım insanlar bu tablo gibi… anlamaya çalıştıkça şekil değiştiriyorlar.”
Doktor odasına davet ettiğinde, Tamer ilk cümlesini hazırlamamıştı. Ama birden şöyle dedi:
“Eşimin duygularını bazen harita gibi okumaya çalışıyorum. Sınırları görüyorum ama neden oraya koyduğunu anlamıyorum.”
Doktor gözlerini kaldırdı. “Harita değil. Belki denizdir. Bazen dalga gelir, bazen durur.”
Tamer hafifçe güldü. “Ben hep durgun suda yüzmeye çalışmışım.”
Seans sonunda doktor ona bir kitap önerdi: ‘Empatiyi Kodlamak’. Tamer aldı. Eve döndüğünde Nil’e göstermedi. Ama defterine şunu yazdı:
“Benim gibi biri sevebilir mi? Belki farklı bir biçimde. Ama gerçekçe. Eksik değil, sadece başka bir dille.”
Nil gece defteri buldu. Cümleyi okudu. Sabah kahvesini getirirken şöyle dedi:
“Benim dilim zamanla öğrenilir. Ama senin çaban kelimeden çok şey anlatıyor.”
Yan Yana Dinlemek
Tamer bu kez yalnız değil. Nil onun yanında oturuyor, bekleme odasında. Aralarında konuşma geçmiyor, ama sessizlik artık koruyucu. Nil elindeki küçük deftere bir şeyler çiziyor—dalga gibi çizgiler, üst üste gelen ama birbirine değmeyen.
Doktor onları birlikte çağırıyor. İçerideki kanepe geniş ama tek bir minder eksik. Nil fark ediyor bunu. “Bazen eksikler konuşmaktan daha çok şey anlatır,” diyor içinden.
Seans başlıyor. Doktor bu sefer Nil’e dönüyor:
“Tamer’in duyguları size nasıl yansıyor?”
Nil bir an duruyor. “Bir tablo gibi,” diyor. “Bazen soyut. Bazen geometrik. Ama hep anlamlı. Yeter ki ben doğru açıdan bakayım.”
Tamer sessizce dinliyor. Bu kez savunmuyor. Sonra ekliyor:
“Daha önce empatiyi bir beceri sanıyordum. Şimdi öğreniyorum ki bazen bir seçimmiş.”
Doktor not alıyor. Nil devam ediyor:
“Ben konuştuğumda duvar gibi durduğu zamanlar vardı. Şimdi o duvarın gölgesiyle konuşuyorum. Bu bile ilerleme.”
Tamer, ilk kez Nil’e dönüyor, göz teması kuruyor. “Senin gölgene dokunabilmek… Belki o zaman kendimi aydınlatabilirim.”
Seans sonunda doktor bir öneride bulunuyor:
“Birbirinizi tanımak için değil; birlikte kendinizi yeniden keşfetmek için buradasınız. Bu, ilişkiden çok bir yolculuktur.”
Nil defterine son bir cümle yazıyor o gün:
“Yalnızca kelimelerle değil, sessizliği paylaşarak da sevebiliriz.”
Sessiz Bir Hediye
Seanstan bir gün sonra Nil salonda koltuğa uzanmıştı. Hava griydi ama huzursuz değil. Tamer sessizce eve girdi, elinde küçük bir paket vardı. Üstünde yazı yoktu, süsleme yoktu—yalnızca içten bir özen.
Nil başını kaldırdı. “Nedir?” dedi yavaşça.
Tamer yanına geldi. “Bu defteri senin için yaptım. Sayfaları boş değil. Ama sadece kelimeler yok.”
Nil paketi açtı. İçinde ince, el yapımı bir defter vardı. Kapak kumaştan, düğmesi eski tarz metal. Sayfaları el yazısıyla doluydu ama satır aralarında çizimler vardı. Dalga, taş, lamba… Ve her çizimin yanında kısa notlar:
“Dalga: Senin öfken gibi. Vurur ama sonra çeker.”
“Taş: Sessizsin ama taşıyorsun. Hissediyorum artık.”
“Lamba: Senin kelimelerin bazen karanlığımı aydınlatıyor.”
Nil defteri inceledi. Sayfanın sonunda şu cümle vardı:
“Bu defter, seni anlamaya çalıştığım yolculuğun ilk taslağı. Eksik ama samimi.”
Nil gözlerini kapattı bir an. Sonra konuştu:
“Sanırım ilk kez beni kelimelerle değil, bakarak okudun.”
Tamer başını eğdi. “Senin hikâyeni ezberlemek istemiyorum. Yaşamak istiyorum.”
O gün dışarı çıkmadılar. Ama defter, bir yürüyüşün başlangıcıydı. Nil defteri masaya koydu, mumları yaktı. Bu kez masa konuşmadı. Çünkü defter konuşuyordu.
Bir Dostun Dokunuşu
Nil, hafta sonu bir sergi daveti aldı. Daveti yollayan kişi: Nevin. Üniversite arkadaşı, az konuşan ama çok anlayan biriydi Nevin. Sergi, fotoğraf ve şiirlerden oluşuyordu. Tamer tereddüt etti önce ama Nil “sen de gel” dedi.
Sergi kalabalıktı. Fotoğrafların çoğu siyah-beyazdı. Duygular netti ama tonlar yumuşaktı. Tamer bir şiirin önünde durdu. Şiir şöyle diyordu:
“Birini anlamak için susmaya değil, onun sessizliğinde kaybolmayı göze almak gerek.”
Tam o sırada Nevin yanlarına geldi. Nil’e sarıldı, Tamer’le tokalaştı. Sonra hafifçe gülümseyerek:
“Fotoğraflar gibi değil mi? Çok şey söylüyorlar ama hiç bağırmıyorlar.”
Nil başını salladı. Tamer sessizdi.
Nevin bir an durdu, sonra şöyle dedi:
“Nil, sen hep detayları görürdün. Ama bazen hayat sana büyük resimle gelir. Tamer, detayları öğreniyorsan, büyük resimde yerin olur.”
Bu cümle bir açıklama değildi, bir davetti. Tamer ona baktı. “Ben eskiden çerçevenin dışında kalırdım,” dedi. “Ama şimdi içine girmeye çalışıyorum. Sessizce.”
Nevin gülümsedi. “Sessizlik bazen davet gibidir. Sen de tam zamanında gelmişsin.”
O akşam sergi çıkışında Nevin, Nil’e bir kitap verdi. Kenarına not düşmüştü:
“Bazı ilişkiler kitap gibidir. Herkes okur ama bazıları anlar.”
Nil eve dönerken defterine şunu yazdı:
“Nevin’in sesi, benim iç sesime benzedi. O zaman yalnız değilim.”
Nevin’den Tamer’e Mektup
Sevgili Tamer,
Bu satırları sana doğrudan konuşmak yerine yazmayı tercih ettim. Çünkü bazı kelimeler göz temasında kaybolur, ama kâğıtta yuva bulur.
Nil uzun zamandır sessizliği bir dil olarak kullanıyor. Sen de o dili çözmeye çalışıyorsun, farkındayım. Belki yavaş, belki eksik… ama samimi. Bu samimiyeti gördüğüm için yazıyorum.
Seninle ilk karşılaştığımız o sergi günü, bir şiirin önünde duruyordun. Baktığın o dizelerde kendini gördün mü bilmiyorum. Ama ben seni gördüm. Sessizce “çerçevenin içine” doğru yürüyen bir adam. Nil’in dünyası karmaşık değil, derin. Sen de derinlikten korkmuyorsun artık. Bu büyük bir şey.
Empati üzerine düşündüğünü duydum. Asperger tanımına yaklaşman cesurca. Ama tanılar kadar önemli olan şey, niyettir. Nil’e bazen uzaktan bakman, onun yaklaşma şeklini anlamaya çalışma çaban—bunlar seni başka biri yapmıyor. Seni Nil’in yanında “yerleşebilir” biri yapıyor.
Sana dair içimde şöyle bir düşünce var: Kelimelerden çok gözlemle seviyorsun. Detayı fark ettiğinde anlam derinleşiyor sende. O yüzden sana bir önerim var: Nil’in çizdiği dalgaya bak. Dalgaya değil, dalganın neyi özlediğine.
Sonsuz konuşmaya gerek yok. Ama doğru sessizlik bazen en kıymetli cevaptır.
Bu mektubu bir öneriyle bitiriyorum:
“Nil’in ritmine eşlik et. Aynı adımı atmak zorunda değilsin. Ama onun adımını dinlemeye devam edersen, dans başlar.”
Yanındayım. Görmene, fark etmene, sessizce eşlik etmene güveniyorum.
Sevgilerle, Nevin
Tamer’den Nevin’e Mektup
Sevgili Nevin,
Senin sergi sonrası yazdığın mektup bende bir şeyleri yerinden oynattı. Kelimelerin bir eşikten geçer gibi içime dokundu. O yüzden ben de yazmaya karar verdim. Çünkü konuşunca eksiliyor bazen duygularım; yazınca daha dürüst olabiliyorum.
Ben kendimi hep bir yapboz gibi gördüm: parçaları eksik değil ama birbirine tam oturmayan. Nil’in dünyasına ilk adım attığımda güzelliği değil, düzeni gördüm. Ama düzenin içinde duyguların nasıl aktığını çözemedim. Asperger tanısına yaklaşırken, anladım ki ben eksik değilim—sadece farklı çalışıyorum.
Yine de bu farklılıkla yaşamak kolay değil.
Nil’in “anlaşılamama” kırgınlığını anlıyorum ama onun yanında “yetememe” hissiyle baş ediyorum. Duyguları teorik olarak anlamak başka; onun gözünden geçip hissedebilmek başka. Bazen “empati kuruyorum” sanıyorum ama onun canı yanarken ben çözüm arıyorum. Oysa bazen yanında olmak tek çözüm.
Senin “Nil’in ritmine eşlik et” cümlen takıldı zihnime. Ben hep kendi ritmime göre ölçtüm adımları. Şimdi durmayı öğreniyorum. Geri değil—yanında durmayı.
Endişelerim de var. Onu yorabilirim, kendimi yetmez hissedebilirim. Ama bu sefer kaçmak istemiyorum. Eksiklikle değil, çabayla var olmak istiyorum. Empatiyi ezberlemeye değil, yaşarken öğrenmeye çalışıyorum. Nil’in defteri bana yeni bir dil öğretiyor. Belki zamanla konuşamam ama onun sessizliğine daha dikkatli kulak verebilirim.
Senin gibi dostların sessizce yanımızda durması bile güç veriyor.
Bu satırları bir açıklama olarak değil, bir eşlik etme niyetiyle yazıyorum.
“Ben eksik değilim. Ama tamamlanmak istemiyorum. Sadece birlikte yolda yürümek istiyorum.”
Teşekkür ederim. Bizi dışardan değil, içeriden görerek yazdığın her kelime için.
Sevgilerle, Tamer
Birlikte Sessizlikte Kalmak
Nil, sabah çayını balkona çıkarıyor. Hava ne sıcak ne soğuk—kararsız ama huzurlu. Tamer biraz sonra yanına geliyor, elinde Empatiyi Kodlamak kitabı. Bu kez getirme nedeni başkaydı: Okumak için değil, bırakmak için.
“Sanırım artık teoriyi bırakıp pratiğe geçiyorum,” diyor.
Nil gülümsüyor. “Bazı şeyler teoriyle başlamaz zaten,” diyor. “Hissetmeyle başlar.”
O gün konuşma az ama temas çoktu. Nil bir çiçek saksısını onunla birlikte değiştiriyor. Toprak ellerine bulaşıyor. Tamer kendi ellerini çekmiyor. Artık kirlenmekten değil, bağ kurmamaktan korkuyor.
Nevin bir mesaj yolluyor. “Sergiden bir fotoğrafı size ayırdım.” Fotoğraf bir dalganın izini taşıyor, ama dalga görünmüyor. Sadece iz kalmış.
Nil o akşam defterine son bir cümle yazıyor:
“Her hikâye tamamlanmaz. Ama birlikte okunursa eksik hissettirmez.”
Tamer bu defteri okuduğunda bir şey söylemiyor. Ama ertesi gün çayı saat 9:30 yönünde sunuyor. Nil bakıyor. “Yeni bir ritim,” diyor. “Ama tanıdık geliyor.”

















